Türkiye’de sigorta sektörü GSYİH’den yeterli pay alamıyor ve hala kişi başına düşen sigorta primi bir çok gelişmekte olan pazarın altında seyrediyor.
Peki Türkiye’de sigorta pazarını hangi unsurlar büyütecek, ne gibi gelişmeler bu olası büyümeye katkı sağlayacak diye baktığımızda nelerle karşılaşıyoruz?

Çeşitli rapor ve çalışmalara baktığımızda son 4 yıllık süreçte dünyadaki toplam prim üretimi artışının arkasındaki en önemli etkenin gelişmekte olan pazarlardaki büyüme oranları olduğu söyleniyor. Ayrıca bu pazarların üretim hacmi ve karlılık açısından uluslararası sigorta gruplarına çekici geldiği, bu pazarlarda artık daha fazla mevcudiyet gösterildiği ve yeni bir normalleşme yaşandığı dolayısıyla kar oranlarının eskisi kadar yüksek seyretmediği ve bu sebeple artık bu pazarların farklı bir gözle izlendiği ifade ediliyor.

Söz konusu Türkiye olunca ülkemiz artık BRIC ülkeleri ile mukayese edilmiyor. 2008 global krizi ve 2011 Avrupa bölgesi finansal krizinin BRIC ülkelerini daha yoğun etkilemesinden ötürü, son dört yılda sigorta sektöründeki büyümemiz BRIC ülkelerindeki ortalama büyümenin üzerinde. Bu sebeple ülkemizi sigorta sektörü açısından daha fazla büyüme potansiyeli ortaya koyan Meksika ve Endonezya gibi ülkeler ile karşılaştırıyorlar.
Bu ülkeler ile karşılaştırıldığında Türkiye, Meksika ve Endonezya’nın arkasından geliyor.
Yine Meksika’da ve Endonezya’da hayat branşı priminin hayat dışı prim üretiminden daha fazla olduğunu söylemeliyim. Türkiye’yi geriye düşüren yine düşük hayat branşı prim üretimleri oluyor. Burada yine yenilikçi hayat bazlı ürünlerin eksikliği veya düşük sigortalılık oranları etkin olarak ön plana çıkıyor.

Bu ülkelerde GSMH’da hızlı büyüme, orta sınıf hane halkının hızlı artan geliri, endüstrileşme ve buna bağlı şehirleşme ortak payda halini almış. Ancak, Türkiye’nin bu potansiyelini geçen yıllarda beklendiği ölçüde ortaya koyamadı, her ne kadar alt yapı ve enerji yatırımları sayesinde bir ölçüde prim girdisi sağlanmış olsa da ülkemizden çıkan yabancı sıcak para kaynakları şimdilik dönecek gibi gözükmüyor. Para bolluğunun yaşandığı dönemlerde üretim sektörüne yeteri kadar yatırım yapılamamış olmasının ve gerçekleşemeyen bu yatırımların sigorta primine dönüşememesinin sancılarını sigorta sektörümüz de çekmektedir. Ancak hala diğer ülkelere göre mukayeseli olarak kabul edilebilir ölçülere yakın ekonomik büyüme oranları, düşük kişi başı prim harcamaları ve devam eden tüketim alışkanlıkları sigorta sektörümüz için yeşil ışık yakıyor.

Yabancı sigortacıların ülkemize olan ilgisi olgunlaşmış ülkelerdeki sınırlı büyüme potansiyeli ve yoğun rekabetten kaynaklanıyor. Buradaki düşük kişi başı prim harcaması ve bazı sigorta branşlarındaki az gelişmişliğin onlar için büyüme potansiyeli yarattığını düşünüyorlar, tabi geldikten sonra da buradaki rekabet koşullarına ve yerel dinamiklere ayak uydurmakta zorlanıp belirli bir süre sıkıntı yaşayanlar da mevcut.

Her ne olursa olsun bu tip pazarlara rakiplerine göre daha erken girmelerinin onlara daha fazla getirisi olacağını düşünüyorlar. Bu biraz da yerel sigortacılarla karşılaştırıldığında sermaye ve uzmanlık konularında rekabetçi avantajlara sahip olmalarından kaynaklanıyor. Ayrıca, teknoloji ve yenilikçi ürün geliştirebilmek için sahip oldukları aktüerya uzmanlıkları da kayda değer katkı sağlıyor.

Türkiye’nin dillere destan stratejik jeopolitik konumunun yanı sıra, yerel pazardaki potansiyel, göreceli olarak politik belirginlik, güçlü finansal sistem ve uyum sağlanmakta çok da zorlanılmayan regülasyonlar öne çıkan artılar olarak değerlendiriliyor.
Bu pazarın büyümesine etki edecek en önemli unsurlar şöyle sıralanıyor;
Banka Sigortacılığının potansiyeli; Burada sadece hayat branşının en büyük dağıtım kanalı olduğu değil aynı zamanda hayat dışı, ferdi kaza ve sağlık branşlarında da en hızlı büyüyen dağıtım kanalı olduğunun altını çizmek gerekir.

 

Daha geniş kitlelere ulaşmak için yenilikçi ürünler; Artan nüfus, tüketici farkındalığı, ekonomik büyüme neticesinde ortaya çıkan hayat veya ferdi kaza bazlı yeni ürün ihtiyaçları, daha belirgin farklı müşteri segmentleri de ayrı bir avantaj. Burada bahsetmeden geçemeyeceğim; finansal sektörlerde herkesin de gözlemlediği üzere bankacılık sektöründe bir çok yenilikçi ürün ve hizmet daha Avrupa’da söz konusu bile değilken ülkemizde vücut buluyor, ama aynı şeyi sigorta sektörü için söylemek mümkün olamıyor, biz yeni ve farklı ne yapıyoruz?

Sosyal sigortalar ve emeklilik uygulamalarındaki değişiklikler; Herkesin malumu olan muhtelif değişikliklerin BES ve hayat bazlı ürünlere olan ilgiliyi arttıracağı, hatta BES’e zorunlu katılım ve benzeri projelerin de önemli etkileri görülecektir, ama BES’ten sigortacılar para kazanıyorlar mı, sektöre ne kadar katkısı oluyor, çapraz satış unsurları devreye sokulamazsa getirisi ne olur bunları önümüzdeki dönemlerde görmeye devam edeceğiz.

Öte yandan, sermaye zorunlulukları, karşılıklar, Solvency II, az karlı veya zarardaki oto portföyleri de yerel sigortacıları yabancı gruplar ile ortaklıklar kurmaya itebilecek gibi duruyor. Pazarda tekrar konsolidasyon ( borcun vadesini uzatma) rüzgarları esiyor mu acaba? Tabi bu rüzgarlara politikacıların ve bürokrasinin de önemli bir etkisi olacaktır, hep beraber yaşayıp göreceğiz.

Artan sağlık ve tedavi giderleri; TÜFE (Tüketici Fiyat Endeksi)’nin üzerinde seyreden sağlık hizmetlerindeki fiyat artışları, kurumsal firmaların çalışanlarına yönelik artarak devam eden sağlık sigortaları programları, sigorta şirketlerinin bireysel sağlıkta karlı büyüme hedefleri, orta gelir seviyesine sahip hane halklarının özel hastanelere devam eden ilgisi, sigorta şirketleri ile hastanelerin arasındaki şiddetli ve tutkulu aşk ilişkisi bu branşta da farklı gelişmeler ortaya koyabilir.
Orta ve düşük gelir seviyesine sahip hane halklarına yönelik mikro sigorta ürünleri de sigorta şirketleri için farklı ve cazip olanaklar sunuyor. Bu ürünler sayesinde ilgili alanlara bir kapı açılacak gibi duruyor.

Genel olarak fırsatlara göz attığımızda ise bazı unsurlar ön plana çıkmakta;

Düşük sigortalılık oranları, kişi başı düşen prim harcamasının hala oldukça düşük seyretmesi,

Nüfusun büyük çoğunluğunu genç/orta yaşlı ve çalışan nüfusun temsil etmeye başlaması ve onların sigorta fikrine aşina olup bütçe ayırmaları,

GSMH ve hane halkı tüketim alışkanlıklarındaki artışın genel ekonomik büyümeye bağlı olarak sigortaya olan bireysel ve kurumsal talebi arttırma olasılığı,

Artan araç satışlarının (son 1 ay hariç düşünülürse bu sene iyi gidiyor) oto sigortalarına pozitif etkisi (kaskonun penetrasyon oranın %25 olduğu ve önümüzdeki 10 yılda da araç adedinin ülkemizde 3 katını bulabileceği konuşulmakta),

Artan internet kullanımına bağlı olarak genç nüfusa yönelik dijital sigortacılık,

Türkiye’nin coğrafi konumuna ve iç talebe de bağlı olarak artan dış ticaret faaliyetleri ve ithalata/ihracata bağlı nakliyat, kara/hava/deniz taşıtları ve stok sigortaları,

Kamu destekli veya özel teşebbüse ait alt yapı ve enerji yatırımları da devam edecektir, dolayısıyla bunların da sigorta sektörüne katkısı yadsınamaz.

Artan şehirleşme ve şehire göçle birlikte yeni orta gelir grubunun artan gelir yapısı ile sigortaya ilgi göstermeye başlaması da bireysel hayat ve hayat dışı branşlara katkı sağlayacaktır

Öte yandan Türkiye’ye özgü ve bazı genel geçer zorluklar da mevcuttur. İlk akla gelenler;

  • Sigortanın öncelikle bir maliyet kalemi olarak ele alınması,
  • Sigortalıları maliyet odaklı bir karşılaştırmaya hapsetmek,
  • Zaman zaman risk kabul stratejilerindeki akıl dışı değişiklikler,
  • Kamu otoritesinin sigorta ve satış kanallarına yönelik sınırlandırıcı ve düzenleyici yönetmelikleri,
  • Sigortaya yönelik düşük farkındalık,
  • Yenilikçi ürünler geliştirmek için hiç risk alınmaması,
  • Doğal afetlerin ve olası İstanbul depreminin sigorta sektörüne yönelik getireceği hasar yükü,
  • Takaful – İslami sigortacılığın alacağı pazar payı,
  • Türkiye sigorta pazarına baktığımızda prim üretiminin yaklaşık % 71’i hayat dışı branşlardan geliyor, buradaki büyüme de büyük ölçüde zorunlu sigortalardan kaynaklanıyor. Öte yandan tüm branşlarda çok ciddi bir fiyat rekabeti mevcut.

Türkiye sigorta pazarını biraz daha irdelediğimizde son 4 yıldaki en büyük prim üretimi artışının oto, sabit kıymet ve BES ürünlerinden geldiği görülmektedir.
Hayat branşındaki üretim uzak ara farkla banka kanalından gelmekle birlikte, bu kanalı acenteler ve yüz yüze satışlar takip etmektedir.
Hayat dışında ise acente ağırlığını korumakta, bu kanalı bankalar ve brokerler izlemektedir.

Dolayısıyla hayat tarafında büyümek isteyen şirketler bankalara yönelirken hayat dışı branşlarda ise acentelere bel bağlamaktadır.
Acentelerin sigortanın gelişmesinde, tüketici algısını doğru oluşturmada ve güven ilişkisini sağlamada çok önemli bir rolü olduğu ve bu kanalın profesyonelleşmesi ve kurumsallaşması için sigorta şirketlerinin yatırımlarını arttırarak devam etmesi hayati bir önem taşımaktadır.
Hayat branşında ilk on şirketin yaklaşık % 85 pazar payına sahip olması, hayat dışı branşında ise yine ilk on şirketin % 75 gibi bir pazar payını temsil etmesi orta ölçekli sigorta şirketlerini az ama karlı alanlara itmekte olduğu ve stratejilerini ona göre belirlemeleri gerektiğini ortaya koymaktadır.

Konsolidasyon diye söylenip duruyor ama Türkiye’de % 100 yabancı sermaye ile ve diğer bir çok ülkeye göre daha makul ödenmiş sermaye ile sigorta şirketi kurulabiliyor. Öte yandan karşılıklar konusunda önemli adımlar da atılmış ve atılmaya devam edecek gibi duruyor.
Bakalım önümüzdeki dört sene boyunca Türkiye pazarında ne gibi ortaklıklar, iş birlikleri ve yeni girişler olacak hep beraber göreceğiz…